Evin Ölümü
-Sezai Karakoç-
Genç çağrıyı denediler orda çocuk vardı
Kitaptan çağırıyordu sebepsizdi sebepsizdiler
Kasabada tellâl çağırttılar tellâl çağırttılar
Evin petrol lâmbasını şekerle söndürdüler çiçekle söndürdüler
Batının fısıltısı içlerindeydi
Oğul önce gitmişti onlar da gidecekti
Mimar batıdaydı ev oraya gidecekti
Bir Nuh olsa önleyecekti belki
Sular ama ta dağlara vurmuştu
Aldattı bir muştu onları
Çöktü kış erzakı gibi biriktirilen sabırları
Bir çağrı vardı ortalıkta ayağa kaldıran yatırları
Kurudu birden doğu kaynakları
Kaynadı birden batıda anne karnının suları
Kışın bakışıydı çağıran
Ev yerleşmedi yeni yerine
Alışamadı kulak kuşkulu semt seslerine
Göz toprağı arıyordu toprak yoktu
Bir rum kınaması balıkların dudaklarında
Ve anne düştü ilkin
Anne indi demire
Bir ağıt var çamaşır ipinde bile
Artık kurşundan gölgeler baba ve kardeşler
Durup suçluyorlar birbirlerini
ilerlerken lânetliyor her biri kendisini
Öldü anne ve mutfaklar kilitlendi
Kilerler boşaltıldı farelerce
Anne gitti ve evler döndü yazlık otellere
Anne gitti ve sular buruştu testilerde
Artık çamaşırlar yıkansa da hep kirlidir
Herkes salonda toplansa da kimse evde değildir
Bir vakitler anne açarken kapıyı
Şimdi kimse yok kapayacak kapıyı
Anne gitti ve açıklandı ki
Yarasalar da incir buğusu gibi bir şeydi
Bir bakıyorsun güneş gök saçıyor başak başak nimetleri
Yerden fışkırıyor kaynak kaynak su buğday demetleri
Bir bakıyorsun güneş gök saçıyor ateş
Yer fıkırdıyor lâvla depremle kaynıyor her şey
Yenildim diyorsun at yıkıldı atın kitabı soldu
İçinde o ceylan derisi o meşhur heybe kayboldu
Nerede doğar doğmaz âyetle karşılanan çocuk
İncileriyle sedefleriyle deniz altında kalan o kitabın haberi
Karartma yapılan gecelerde ayışığının değeri
Kum pusatları vecd erinin kuşkusuz secde yiğitlerinin
altında çöken develerin sayıklamaları
Hurma ağaçlarının kabuklarından yapılan
Sert liflerin vücutlarda savaşa hazırladığı
Ölümü aşkın aydınlıkların bardağı
Anneler ki içmiştir o bardaktan kireçsiz bengisuları
Çocuklara miras bıraktıkları
Samanyolu gökkuşağı eleğimsağma ebemkuşağı
Yeni açılmış bir dergi tazeliğinde bir kıyı sabahı
Yenildim diyorsun peki nedir bu pastane bu kafeterya
konuşmaları
Karlı dağ özlemleri Hızır çamaşırları
Sefer I. notları. Küçük kritikler. Yeni bir öykü dünyası
Bir idam mahkûmunu andıran grev gözcülerinde
Devşirilen gelecek zamanın bir çağrı dosyaları
Hey Taha dur sınırı geçiyorsun
Bir taş var orada nereye gidiyorsun
Bir on yıl daha geçti siz adanmıştınız
Sıyrılmış kılıçlara değil irinli akşamlara
Anneler ölümü reddededursun toprağın arabistanında
Evde tuz denizi sızdırsın
Kendi benliğini kıra kıra
Konuklar o konuklar neden evimizi doldurdular
Hep gün doğarken. Hep belli belirsiz dolmuşlar
Uykudan yeni kalkmış göz oğuşturan şoförleriyle
Dalarken yeni bir av duygusuyla
Dünkü kentin mirası loş bir umutla
Mutsuz soluksuz o kentin en iç sokaklarına
Hey Taha dur nereye gidiyorsun
Bir taş var orada sınırı geçiyorsun
Sonra kardeş düştü tutsak düştü
Kan ter içinde satıcılar öçleri yok
Bir set çekmek için kumsalda
İnsanlıkla kendi aralarında
Beton atıyorlar taş biriktiriyorlar
Duvarlar çetin pencereler yüksek
Gittikçe kapanıyoruz içimize
Duvarlar duvarlar duvarlar
Duvarlarla çevrilerek
Sonra baba düştü en sonra bir sonbaharda
Bozgunun acı bir sürgün verdi babada
Bozgun Ay yıkılıyor laboratuvar laboratuvar
Bildiri küf bağlayan anıtlar
Kentte kavrulmuş turistler dolaşıyorlar
Çekirge aşkları karyolada kunduralar
Yağmur bile bir kumar gibi iniyor üstümüze
Şimşek işliyor gece ve gündüz göğdemize
Yeni bir kitabın çıbanından
Yükseliyor yeni bir kan çağıltısı içimizde
Gömü çiçekleri döğmeleri derimizde
Ölsek bir döğünen mi var arkamızda önümüzde
Hey Taha dur sınırı geçiyorsun
Bir taş var orada nereye gidiyorsun