Fırtına (4)
-Sezai Karakoç-
Yeni değil eski bildik bir fırtınadır bu
Odisseus bunda erdi suların yedi türlü sırrına
Sanıkla ölü arasındaki farka
Öç bilgisi ustalığına
Batmışız gün olmuş boğaza kadar
Her öç kumunun gelip yerini aldığı bu akışa
Bir üfürüşte bütün evleriyle ve eviçleriyle
Tersine döndüğü Âd ve Semud’un
Ki yerden yüz metre yukardan
İçeni kalmamış aptal bir şarap
Boşanmıştı bir şehir ölüsünün üstüne
Sarı koyu bir lekedir o şimdi bile
Ağırbaş taşlar üstünde
Suyunda balık olan Nuh halkı battı
Firavun’un erleri eridi
Sesinde çalınmış bir çığlığa dönüştü
Lût’un sesini çeviren kırıntılar
Ne eş ne dost tanıdık fırtınadır bu
Babil’in bağlarını dağıtan yağmacı
Yüzünün kayamsı çizgilerinden tanırız onu
Mezarlarımızı eşeleyen kaynar tırnaklarından biliriz
Yahya Peygamberin başını alıp kaçıran da o
O kesik kutlu başın kanları aka aka
Söyledikleri şimdi bile kulaklarımızda
Çınlar çağın helezonlarında
KORO
Oyun oynandı iyice
İnandı kandı büyüye
Bir karnaval gecesinde
Belkıs sattı saçlarını
Gecenin en kanlı anı
Altın tepside olanı
Yahya’nın başı sandı
Sattı saçlarını Salome
Horoz ötene kadar
Şafak sökene kadar
Güneş doğana kadar
Belkıs sattı saçlarını
Ah gök çatıyı çökerten
En kalın sûru delen
Yerin altından gelen
Bu Yahya’nın sesinden
Bu Yahya’nın sesinden
Sesinden öfkesinden
Karınca vadisinden
Hüthütün belgesinden
Kentten ulu bir çölü
Çarmıh gibi yüklenen
Kutlu bir dertle gelen
Musa Yahya İsa’dan
(1966, Kasım)