Hızırla Kırk Saat (10.)
-Sezai Karakoç-
Şuayb’ın görünmeyeni benim
Ben öğrettim Musa’ya eşyanın ötesini(1)
Şarapsız tütünsüz metafiziği
Köpeği
Yoksulu duvarını yıkarak koruyan benim
Balıkçının kayığını delerek
Çocukları gece yarısı
Ayakları ters dönük(2)
Çağıran ve sonsuz kar çöllerine alıp götüren
Benim adamlarım değil mi
Arkadaşları kılığında
Arkadaşlarının seslerini çıkararak
Kızılelma megalo idea(3)
Zenciyi linç eden boya
Kadınlar bir ışık lekesi tavanda
Rimbaud en çoğul ışığa(4)
Bite ve sese
Ağrı’da
- 40 mantığında
Kösedağı’yla konuştum
+40 ta da
Çok penguenli ve bir koca katırlı kabileyle
Yüzleri güneşten yanmış kabile
Ulu kazanlı kabilelerle
Çıktım gittim iğde nar kavun tarlalarından
Az konuşuyorlardı
Katır ayaklarının sesleri döktürüyordu öğleyi
Yürüyen yalnız ulu bir kitaptı sanki
Yalnız Reisin şemsiyesi vardı
O da güneşten korktuğundan değil
Yüceliğini ortaya koymak için
Hepimiz kırk yaşlarında erkeklerdik
Başımızın içinde arı uğultusu
Yine de aydınlık ve keskinlik
Bir buyruğa kapılmıştık açıklanmamış
Güçlüydük sağlamdık polattık
Çok ırmak aştık
Meşelerde hüthütler gördük
Kayalarda eskilerin alınyazıtları
Arada bir, bir atlı ilerliyor
Bir atlı geriliyordu
Yeni buyruklar sessizce veriliyordu
Sancaklar hızla dönüyordu üstümüzde
Kartalımız vardı
Eski kuşak olarak
Maymun ülkelerinden geçtik
İnsan bölgelerini aştık
Melek surlarına yaklaştık
Kentlerinde de çeşmelerinde de
Kadehler kırdık şıkıdam şıkıdam
Mermerleri bir is gibi yüzümüzü kararttı
Güntutulmuşa döndük
Sonra Kur’an okudular ayıldık
Öyle aydınlandık ki
Doğudan da batıdan da
Birden gün doğmuştu sanki
İki güneş dört aydede
Birden doğmuştu sanki
İşte o vakit kadınlar belirdi
Hepsinin adı Meryem’di
İlk defa evlendiler bizimle
Daha çok gittik
Ama nasıl anlatayım
Ötesini