Hızırla Kırk Saat (22.)
-Sezai Karakoç-
Eve dönüş gecesi ne geceydi
Eşeğin üstünde türkü söyledin
Köylüler bile farkındaydı sevincinin
Yıldızlar mutlu bir sofrada
Yükselip inen gümüş kaşıklardı sanki
Ya salonun o aydınlık hali
Ama birden karşınıza çıkan
İçinizi bir incir yaprağı gibi büzen
O kardeşteki göz ağrısı
Anne telâşı
Çocuğa dönüp çaresiz duran
Size dönüp bir umutla ışıyan
Siz ki bir doktordan öte iyi ediciydiniz
Dağlardan inmiş bir göz iyileştiricisiydiniz
Peki kaç gün sonra o göz ağrısını
O yukardan inen görüş sıtmasını
Yumurta hummasını
Neyle kestiniz neyle dindirdiniz
Şimdi onu benden dinleyebilirdin
Ama yıllarca sonra
O göz ağrısının çağrışımı gibi gelen
Bir kulak bir diş ağrısı
Alıp götürdü kardeşi
Lânetli bir peri
Yol gösteriyordu ışık tutuyordu sanki
Bengisunun yankısı ve aksi
Kara bir su kıyısına
Bir arı oğulu dünyasına
Nar sevdasına
An o çocukluğu ki
Karlı kurban bayramlarını
Kuru üzüm iftarlarını
Bağa taşan ev seslerini
An an ki
Kurtuluşunu şimdi bulursun belki
İçinden güneşe varan ses babadır gündüzleri
Ayı kurcalayan ses anadır geceleri
Ne mutlu sana
Bulursan insanlarda
Andıran birkaç çizgi
Gün batmadan önceki kardeşleri
Gün doğarkenki kuşluktaki
Öğledeki ikindideki
Bir balık görünce nasıl çırpınırsa bir martı
Gün batınca nasıl çırpınırsa
Boğulmuş bir kuş gibi
Bir deniz
Çocuğu ölünce öyle çırpınır bir anne
Annesi ölünce bir çocuk öyle çırpınır
Çırpın çırpın ki belki görürsün ölümden ötesini
Senin mesleğin bir bakıma bir ölüm mesleği
Bozulmuş saatleri ölümle iyi etmek
Ölümle açmak kurumuş dudakları
Ölümle açmak kapanmış gözleri
Öleni ölümle diriltmek
Ölümle sağ tutmak sağ olanı
Ölümün ışınıyla görmek
Karanlık gecede
Karataştaki
Kara karıncayı