Hızırla Kırk Saat (29.)

-Sezai Karakoç-

En çetin savaşı mı verdim o gece
İki dünya savaşı ondan bir yapraktı nerdeyse
İlkin anne ölümünü kullanarak geldi üstüme
Sonra aklı kınamış bir kardeş yedeğinde
Ne anne anneydi ne kardeş kardeşti gerçekte
Anne ve kardeş biçiminde
Bilmem hangi ülkeden devşirilmiş iki imge
Kendi hayalinden iki kesitti belki de
Ama ben güvenmedim bu belgelere
Teslim olmadım yine de

Sonra bir hortum olup beni çekti çektiyse de
Düşmedim etin kızgın mahşerine
Kollarım uzayıp uzayıp takıldı palmiyelere
Başım çarpıldı tüy tüy kavaklara
Yükseldim bir cin cenderesinde döne döne
Sürüklendim en yaban denizlerden timsah siperlerine
Aklımdan geçirmedim
Bayrak indirmeyi
Teslim olmayı yine de
Sonra indim yine olduğum yere

Sonra bir tırnak katranı gibi aktı çevremde
Eridi kollarım ayaklarım en yılışık asitte
Cama çevirip göğdemi de

Okumaya çalıştı en yılgın kuşkularımı
Ama bir nokta kaldı ki
Yüreğimin yüreğimin yüreğimin yüreğinde
Onunla ördüm kendimi yeniden
Artık bana diyebilirsin
Yeniden kendi kendini ören
Teslim olmayı geçirmedim
Bir kere bile içimden

Sonra taş oldu toprak oldu oldu maden
Övgülerle geldi ezilip büzülüp önümde
Ateşler ulu ateşler yaktı adıma tepelerde
Denizi uysal bir su gibi akıttı önümde
Gecede ve gündüzde
Aydan ve güneşten
Ve akşamdan ve öğleden
Sofralar donattı
Keskin bir içki yaptı ikindiyi
Sabahı sundu sade bir kahve gibi
Adıma anıtlar dikti kentlerden
Dinlendirilmiş mermerden
Aldansam belki buna aldanırdım
Fakat ona taş yağdırdım
Dört bucak ve dört yönden
Arkamda ve yanımda
Güçlü surlar vardı sûrelerden
Onun uğursuz sesini yankılatmadan
Kendine geri gönderen

Öyle baştan çıkarıcıydı ki yüzü
Yeni sürülmüş diyebilirdiniz Cennet’ten
Tüy tellenmiş tavustan

Pul pullanmış yılandan
Doğmuş gibi doğudan
Bir çarpılış insandan
Bir yamukluk melekten
İnsanı kavrar yıkar
Bir ses gibi denizden
Bakıştır aslandan
Kavrayıştır ormandan
Soğuk bir gecenin
Aydın yüzlü ayından
Ne örnekler ne örnekler
Ne sarkıtlar ne dikitler
Ne suluklar ve sarnıçlar
Getirdi bir şamanın
Köpüklü evreninden
Yine de bir dirilik
Bulmadım bunlarda ben
Alı kızılı gördüm onda ama
Karayı ve sarıyı gördüm
Görmedim onda eser
Maviden beyazdan yeşilden
Bu bilgiyle kurtuldum
Onun düzenlerinden
Çocukluğumda öğretmişti annem
Aldanışı aşmayı
Köprüden düşmemeyi
Saçaklarda kolaylıkla gezmeyi
Yılan zehrini
Çatlamış dudaklarla emmeyi
Soygunda soyulmamayı
Uçaktan düşülse de ölmemeyi

Büyüyü fark etmeyi bayındır bilgilerden
Bir kelimeyle
Ulu bir kelimeyle
Yüce bir isimle

Yılan oldu çevremde döndü durdu o gece
Üfürerek camcı gibi somyanın demirinden
Saldığım denizi aşmak için
Kayıklar kırpardı seccadeden
Geceyi çağırarak pencereden
Kurumu derleyerek bacadan
Korkularımdan ördüyse de ulu bir kefen
Yatağı kabir yapıp bir ölü gibi durdum
Yeter bir zamanın sürek avında
Dirildim bir örnek gibi mahşerden
Anladı bende beni aşan kudreti
Çekip gitti kapıdan
Bir tahsildar gibi
Uzun uzun direnip de
Eli boş dönen

Şiir Notları:
Hızırla Kırk Saat (Şiirler III) – Cendere: Boğaz, dar geçit. Katran: Organik maddelerden kuru damıtma yoluyla elde edilen yağ kıvamında kara bir renge sahip, is kokulu, suda erimeyen bir madde. Sarkıt: Mağaralarda tavandan aşağıya doğru sarkan, koni biçimindeki kalker birikintisi. Dikit: Mağaralarda tavandan damlayan kireçli suların katılşaşmasıyla oluşan, tabandan yukarıya doğru uzanan, uzunlu kısalı sürtunlardan her biri, kalker birikintisi. Sarnıç: Yağmur sularının gerektiğinde kullanılmak üzere biriktirildiği, genellikle taştan yapılan üstü kapalı yapı, yer altı deposu. Şaman: Şamanizim inancında ayinleri yöneten, ruhlarla ilişki kurduğuna, hastaları iyileştirdiğine inanılan kimse, kam. Somya: Genellikle yaylı demir malzemeden yapılmış olan, üzerine yatak, minder koymak suretiyle hem oturmaya hem yatmaya yarayan şey.


Destek ol 
Rastgele Getir