Köpük

-Sezai Karakoç-

Portakal buğusudur yalayan seni beni
Kentte başlarken gece horozun terkettiği
Bir kadını havlıyor taşıyor o ıssız köpekler ki
Kırmızı bir karpuzun ortasından kesilen o köpekler ki
Deniz mi dedin ne denizi
Ben Kristof Kolomb’un uşağı değilim(1)
Ben ırmakçıyım denizci değilim
Kulağımda ne bir aşk ne de bir kürek sesi
Bir meydan uğultusu barbar bir inşaat sesi
Bir kere kente girdin
Bir kadını al onu yont yont anne olsun
Her kadın acıma anıtı bir anne olsun
Çocuklara açılan mavi kırmızı pencere anne
Sen bu şehrin sokaklarından geç sonsuz pencerelerle
Bir insanı al onu çöz çöz çocuk olsun
Ve sonra yıpratılan ne
Mavi bir alıkonan

Bu köpekler neyi havlıyor hangi kadını
Bu horozlar neyi ürperiyor çocukları mı
Sabah ki marul ortası kırılan bir gemi direkte
Vakit çiçek bozuğu bir akşam tepkisi
Bana ayrılan hangi arap atının terkisi
Hangi çadır düşüncesi ve çöl
Bir mermerin rüzgârdaki savruluşu çöl
Kadın giyeceklerinin kıvranışı kızılda
Bir kırmızı biber salgını develer
Yeter suyun anıtlaşması çelik çiçek biatı

Bir kere kente girdin
Felçli kadın karyolaya bağlı haliç
Ergenlik gençkızlık işletmesi karyola ki
Karyola ki bekâr bir ölümün fener alayı şöleni
Azrail’in boyuna buluğa erdiği gerdeğe girdiği
Eleni Eleni karyolada düşünen kadın
Yalnız ve som karyolada düşünen kadın
Her erkeği papaz sanıp günahı günah olarak çıkartan
Her gece güneşi ısıran
Köpekler neyi havlıyor hangi gülü
Horozlar neyi ürperiyor savaşı mı
Bir yumurta ortasında gece yarısı
Sen ey şair ki ellerini kollarını çarmıha gerdin
Ölüm ki tabiatüstü hayatların meneceri
En yeni buluşu intihardır

Pipon yanıyorsa seni ölüm çeker
Gül yetiştirmiyorsan seni ölüm
Samanyolu jet iziyse seni ölüm
Rüya bir lâğımın anıları olur
Onarılmış bir soda gün doğar kırmızı
Ölüm bana günde iki kere göz kaş eder

Gün doğarken ve gün batarken
Sonra bir fil hortumunu dolar bitkilere
Bir karpuz ikiye bölünür bir hasta evinde
Yenilmemek üzre için ile birlikte
İşte bunun gibi sizi aziz eden yaşlanmak
Yaş]ı bir hastada tortusu olur ölmenin
Ve siz ey bir karpuzu ikiye bölmenin
Ustalığına ermiş kutsal kişiler akşam sularında
Karpuzun eskittiği gözlerim
‒ Kim karpuzu onarır kim kaynak atar ona ‒
Konuşan sessiz bir tarihi yükselten karpuzun
Kırk derece
Ölümün tantanayla gelip otağını kurduğu
‒ Başarırsa gelen askeri
Başaramazsa başka yere gönderir çeriyi
Kim bitirir bu sonsuz çeriyi bu her gün yeni çeriyi
Hep planlar kurar
Aklı fikri insandadır
En yeni buluşu intihardır ‒
Ölüm bir ay çekimi zamanı dönemi denizidir
Kalkar kalkar seni çeker
Gül kokusunu alıyorsan seni ölüm çeker
Ölümün terkisi birden genişler
Yollarda sincap kalıntıları görürsün
Kedilerin köpeklerin aç kaldığını düşün
Koyunların develerin sıraya girdiğini kesilmek için
İntihar dedikleri patronu da sınadık
Ağzını aradık iş yok onda
Kullanışsız ve antik bir şapka
Meksikalıların şapkasına benzer
Ölümden bir demet derlenen ölümlerle
Derlenen insan ölümleriyle kervankıran yıldızına bakmak(2)

Çıkmak Samanyolu’na
Doğu ne batı ne
Suvare ve matine(3)
Duvarda bir resim akıyor gençliğe
Çiçeklere çiçeklerdeki mirasa
Sarı Saltık Ahi Evren çalımlı bir kiraza
Çılgın öğlende
Nerden nereye ey köprü ey iskele
Yabancılar yalancılar hırsızlar
İki yatık iki dik karşılıklı iki tahta
Arasında bir insan
Tophane ölülerine ait tabutlar da figüran
Sonra ilâhilerin paraya çevrildiği an
Sonra küçük kızlar su satan

Gelin gelinlerin gecesini taşıyalım yatağımıza
Ki ölüm insanları kıra kıra varmadan yatağımıza
Bu yatak şimdilik kutlu yataktır
Ölüm ki aç bir köpektir arar bizi
Bir köpek havlayan en çok şafak aydınlığında

Akşam kente bir Meryem gibi girer
Bir çocuk kutsal bir çocuk doğurur gibi
Her yönden bir ses yükselir bu karanlık nedir
Kurban kesilirkenki karanlık
İbrahim’in bıçağmdaki karanlık loşluk aydınlık
Keskin ışık
İsmail
İsmail bir çocuk başından serçe geçen
Mavi bir gül nöbeti sertçe geçen
Omzundan arşlar dökülen

Artık dünyanın yarısı ay yarısı güneş
Karşılıksız borçlanan ve çiçek ödeyen güneş
Ufuklara çiçek ödeyen güneş
Artık herşey öbürüne ışık tutmakla ödevli
Otomobilin ışığı yol için söz gelimi
Birinci Dünya Harbi
İkinci Dünya Harbi
Artık her şey öbürüne ışık tutmakla görevli
Işık tutmakla var ışık tutmakla ayakta
Herkes kendini kurtarabilir ancak bu karanlıkta
Öbürüne ışık tutar sade
Öbürüyse ışık tutar sade
Birer birer yakılır bütün sağlık çarşafları
Yaşlılıksa taşınacak pusat değil
Her köşe köşebaşları deniz dibi dişli köpeklere yurt
Köpekler bu dişlere sahip değil bu dişler o köpeklere sahip yani
Diş geriye geriye doğru uzamış uzamış incelmiş yumuşamış tüylenmiş de bir köpek olmuş sanki
Yoksa kıyımda mı avlıyorsun sen ey şeytan
Geçtim akrep kokan duvar diplerinden
İncir düşmüş loş yollardan
Bir haber gibiyim Musa’dan

Sabahları moditen akşamları equanil(4)
Geliyor boyuna geliyor yalnızlığın gülmeleri
Denize kentler çizen kent iten kentler çeken
Ardına kentler bağlı
Kent tüküren kent soluyan bir gemi
Zülküfül Dağı’nın bahçeleri(5)
Yalnız orda açar özel bir peygamber çiçeği(6)

Ağız yakan özel bir peygamber çiçeği
Sultan Şehmus ve Veysel Karani(7)
İncir yaprağıyla sildiler gözümü çocukken
Ve sen ey sıcak doğu gecelerinin bitmeyen göz ağrısı
Çocuklara mahsus çocuklara ait çocuklara dair göz ağrısı
Kırmızı mürekkebi andıran gözotu(8)
Yalancı fakat acının yemişi kanlı göz bezleri
Türbe önlerinde sahicisinden daha gerçek
Daha fizikötesi sara taklitleri
Ve ağızlarda mecusi meşaleleri(9)
Tembelliğin kehribarı Bitlis Saroyan(10)
Ağızları yakan sigara ilk çağ kokan kav(11)
Birinci Dünya Harbi namazı
Babamın namazı
İkinci Dünya Harbi namazı
Ölümsüzlük gençlik aşısı o ikindiler
Evi sokağı çarşıyı onaran Yasin
Paslanan güneşi sığayan sûre
Atalara doğru yürüyen sûre
Eve ve ellere can veren sûre
Geceye zikzaklar çizdiren sûre
Güneşi batıran doğuran sûre
Hamile Meryem’i doğurtan sûre
Evin taşlığına çiçekler serperek
Yağmuru çatıda döndüren sûre
Huzuru geceye ekleyen sûre
Gece gündüz bir bekçi gibi
Ebedî bir gözcü nöbetçi gibi
Evin yüreğinde bekleyen sûre

Vahşi bir kiraz yedik eski bir eskimo okulunda
Ve yeşil bir dondurma mezarlıkta

‒ Bir fosfor dondurması koyarak gel
Bir çocuk şapkasının içine ‒
Ve gül Nemrud’un yaktığı ateşte açan
Koncalanan açılan gelişen İbrahim’in elinde
Tatlı bir su içe gerçekler saçan bir mağara
Urfa’da yıldızların yıldızdan ayın aydan
Günün günden fazla bir şey olduğu orada
Uzanan bir yarı ölü eli kirazdan kiraza
Kirazsa hep aynı ıraklığı bozmamakta korumakta
İçilemeyen bir su bardakta
Aklı düzeltmenin mümkünü kutsal balıklarla

Her şey bir kere daha yanlış gibi

Şeker şeker diye soluyan şaha kalkmış
Bir tutamlık barutu kuşlara attık gibi
Bir kış gibi geçti eşeklerin aydedesi
Fıstıklarsa
‒ O gün kasabada bir yaz
Bağbozumu tadında(12)
Sarhoşluğun yankısından
Şıra yosunundan çeşme ışığından
İğde sesinden bir kalabalık
Sızarak cami aralığından

Ayvalarsa
‒ O gün kasabada bir çarşı
Bir bayrak gibi açmıştı yası
Yas bir meşale yüzlerde
Güneşten yanmış bir harman

‒ O gün kasabada
Antik her şey baş kaldırmıştı

Her şey Asur’du
Rap rap rap
Duvarda bir satrap
Tavanda bir akrep
Rap rap rap
Güneşti önleyen çağın siyahını
Kafka’yı kemiren
Camus’yü tedirgin eden
Sartre’a zaman zaman yılgı veren
Heidegger’i düşündüren
Kierkegaard’ı bunaltıp
Heidegger’i düşündüren
Schopenhauer’deki öfke
Nietzsche’deki savaşçılık
Faulkner’i sarhoş eden
Van Gogh’u Van Gogh eden
Chagall’ı Chagall eden

Kirazlarsa
‒ O gün kasabada
Kuşluğun kuş’luk olduğu
Kuş-luğun çılgın ağaçların
Başına bir yurt olduğu
Kalp krizi
İnsanların derlenip
Bir araya gelip bir bütün
Bir tek insan olduğu
Dağ yolunu tuttukları
Durup durup Zülküfül’ün
Bahçelerini andıkları
Doruğunu andıkları
Herkesin birbirine

Güneşten bir demet
Bir kaç tüy
Bir güldeste
Bir firkete
Bir avuç çıplaklık
Ve portakal büyüsü
Ve özgürlük sundukları
Dağıttıkları
Payından pay
Ekmeğinden ekmek bağladıkları
Yas mı sevinç mi
Ölülük mü dirilik mi
Din mi barış mı
Savaş mı sevgi mi

‒ O gün
Başkasının düğününe giden
Kendi düğününe giden kızlar
Karacadağ pirinci ayıklamayan
Her çocuğa birden anne olmayan
Kızlar dönüp dönüp başlarını
Saklanıyorlardı

‒ O gün
Düğün düğün böceği ve düğün çorbası
Eşeklerin aydedesi ayın öcü alındı mı

‒ Depremden artakalmışlardı biz de
bir halkevi yapamamıştık da ondan
oraya gitmiştik siyah incir ağaçlarına
Çıkardık ilk defa tadardık O hep Erzincan’ı
anlatırdı öğle olmadan öğle namazını kılan

öğle olduktan sonra öğle namazını yeniden kılan
büyük annesini bense oruç tutardım menengiç kahvesi içerdim akşamları yolumu hep bir çocuk
beklerdi döğüşmek için
Ama ben onu dövmezdim o da beni dövemezdi
Sonra Afrika olan Ömer ‒ çünkü biz Onu
Afrika yapmıştık oyunda ‒ O Ömer tek başına bizi yenerdi
Yani kardeşi Avusturalya Ali’yi, kardeşim
Avrupa Ali’yi ve Asya beni
“Gider içerde güçlenir güçlenir gelirdik”
Ama Afrika Ömer O hep kış yaz tarlalanan
Dağlarda koyunlara çiçeklere ateş yakan
Böcek ezdiren bütün düğün böceklerini ezdiren(13)
Ve hep düğün çorbası içen O Afrika Ömer
Hepimizi tek başına yenerdi
Barbar kıvırcık saçlarına
Narlar nardan taçlar takardı
Koparır koparır narları yerdik
Çubuklarımızı vişneyle tazelerdik
Yalnız nar ateşini ve vişne alevini severdik ‒
Düğün düğün kızların koşup katıldığı
Düğün düğün son kızlardan bir kokteyl

‒ O gün kasabada bir düğün
Ölümün düğünü
Herkesin düğünü
Çocukların kağıttan
Çerden çöpten ve taştan
Kaldırım taşlarından düğünü
Deniz kabuklarından
Bir uygarlık taşıyan çemberleri
İçi boydan boya ta temele görünen evleri

Çatısız yapıları
Bir düğünü ateşleyen
Ona buna bulaştıran gözleri
Çocuklar geceye çan
Geceye karşı itfaiye erleri

‒ O gün kasabada
O gün kasaba
O gün kasap

Ben ölmedim yalnız kaldıysa da ayaklarım
Eridiyse de başım inceldiyse de üst yanım
Bir porsuk karnını geceyi deşip buraya çıktım
Daha dün kirecin rüyası bu kente indim
Gün doğmadan kiralık ev aradım Şehzadebaşı’nda(14)
Geceye bir kartal gibi çarparaktan
İsa bu gelip konmuş elime Ayasofya’dan
Kirli sarı çıkıp bir giysiden
Vakte bakan zeytin yaprağı serabından
Şarabın arabından
Bir zenci sancısından
Bir düşün dişinden
Karlar eridikte yönelirdik kadınlarla
Kuzeye batıya dağa doğru
Yüzümüzü biçerdi yıllanmış soğuk
Su kıyısına dizilirdik yandan önden arkadan ışık
Kâbe yüzüklerindeki ışık
Çamaşır yıkardı kadınlar kızlar
Biz çocuklar suda kışın giden
Büyüklerden bize bulaşmış ölüm tüveyçlerini(15)
Yıkardık ısınırdık
Kızlara vuran ışık yalnız o ışık artardı
Annelerde derinleşen kış çizgileri
Biz çocuklar buğulu

Çul ve su
Dağ suları dereler koyun çiçekleri
Yalnız erkekler çarşıda ve yosun tutmuş hastalar yataklara bağlı
Bir bahar boyu yıkar kasarlardı kadınlar kızlar çamaşırları
Çık arı sudan ey el değmemiş boya
Kasabaya inmemiş yani ölmemiş boya
Ey bakire su kasar yapan Meryemlerinle(16)
Işığa bakan ışıklı kızların gölgesini
Suya iten biz çocuk İsalarınla
Seni andım ve ölmedim
O kadınlar çömelmiş olarak
O kızlar eğilmiş olarak
O çocuklar ayakta
Hepsi aynı yöne bakarken
Hepsi doğuda olan bir yağmur savaşına dönükken
Yalnız o ebedî kasarlar anımda
Şimşeklerin dere kıyısına iliştirdiği o kızlar
Suyun ayaklarından okşadığı o çocuklar
Her çamaşır atışında tek bir kelime
Söyleyen kıyı ağaçlarına o kadınlar
Yataklarında küflenen hastalar
Eriyen karlar içinde pazarlık yapan
O çarşı yemişi erkekler
Yalnız bu değişmeyen haki tablo aklımda(17)

İsa bu saçaktan saçağa atlarken
Eteklerinden bahçelere kan dökülen
Saçından sakalından geceye bir çiğ düşen
İsa’dır bu benim yanımda oturmuş bir taşa
İki bin yıllık bir hece taşına
Taş nerde bitiyor nerde başlıyor İsa
Sürekli bir alışveriş var aralarında
(1964)

Şiir Notları:
(1) Kristof Kolomb: Atlas Okyanusu’na seferler düzenleyerek coğrafi keşifleri başlatan ve bu dönemde Amerika kıtasını keşfeden Cenevizli kaptan ve kâşif. (2) Kervankıran yıldızı: Sabahları çok parlak görüntüsünden ötürü kervancıları yanıltmasından dolayı Venüs’e (Zühre gezegeni) verilen ad. Çoban yıldızı olarak da bilinir. (3) Suvare ve matine: Suvare, akşamdan sonra gösterilen film, oyun, konser vs. Matine ise gündüz gösterilen film, oyun, konser vs. (4) “Moditen” ve “equanil” ilaç isimleridir. (5) Zülküfül Dağı: Hz. Zülküf’ün (a.s.) makamı olduğu için “Makam Dağı” olarak da bilinir. Bu dağ, Diyarbakır’ın Ergani ilçesine 5 km uzaklıktadır. (6) Peygamber Çiçeği: Bu çiçek mavi kantoron olarak da bilinir. Şifalı bir bitkidir. (7) Sultan Şehmus: Mardin’in büyük velilerinden olan Sultan Şeyhmus’un asıl adının Mûsâ bin Mâhîn ez-Zûhî olduğu söylenir. Veysel Karani: Tâbiîndendir. Yemen’deki Murad kabilesinin Karan aşiretine mensup olan Üveys el-Karanî Hazretleri, Anadolu Halk Kültürü’nde Veysel Karani diye anılır. (8) Gözotu: Kırlarda kendiliğinden yetişen ve göz hastalıklarına faydalı olduğu söylenen bir bitkidir. Gözün yanı sıra mide, bağırsak sorunlarına da etkili olduğu söylenir. (9) Meşale: Bir sopanın ucuna yerleştirilen yanıcı maddelerin yakılması suretiyle yol göstermeye yarayan, ışık veren aydınlatma aracı. (10) Kehribar: Amber olarak da bilinen değerli bir taş. Bitlis Saroyan: Bitlisli William Saroyan, Bitlis’ten Amerika’ya göçeden Ermeni bir ailenin çocuğudur. 1908 yılında California eyaletinin Frenso kentinde doğmuştur. Dört yaşındayken babası vefat etmiş ve üç kardeşiyle birlikte yetimhaneye verilmiştir. Edebiyat alanında (öykü vs.) kitapları olan bir yazardır. (11) Kav: Kibritin icadından evvel ateş veya sigara yakmak için kullanılan, ağaç gövdelerinde veya dallarında yetişen bir tür mantardan elde edilen, çabuk tutuşan süngerimsi madde. (12) Bağ bozumu: Bağda ürünün toplanması, bu işin yapıldığı mevsim, sonbahar. (13) Düğün böceği: Elazığda keşfedilen renkleriyle hayran bırakan bir böcek türü, kürklü düğün böceği. (14) Şehzadebaşı: İstanbul’un Arupa yakasında, Fatih ilçesine bağlı bir semt. (15) Tüveyç: Çiçek tacı. (16) Kasar: Ham pamuk ipliği veya bezini kaynattıktan sonra bol soğuk su ile yıkayıp klor banyosundan geçirerek yapılan ağartma işi. (17) Haki: Yeşile çalan toprak rengi.


Destek ol 
Rastgele Getir