Samanyolu destanı
-Sezai Karakoç-
Bir keçi bir Samanyolu’na bakarsa ondan bir İncil doğmaz
İncil’i daha iyi anlar Samanyolu’na bakarsa bir çoban
Güldür çiğ gibi yağan samanyollarından
Uyanır uyanmaz güneşe saldıran doğu çocuklarına
Güzün badem kıra kıra erişir kadınlar ona
Geceleri vurur bir zikir gibi kimi toprak mezarlara
Su gibi yansıtır ağıtları aya ve bakıra
Gökte akan tunçtan bir Dicle’dir ama
Işık salmaz kavunlara umut vermez kan kırmızı karpuzlara
Geceleri Kur’an’ı indirir arılara karıncalara
Gündüzleri bir yakıdır zeytinlere incirlere narlara
Bir verimdir annelerin süt bağlarına
Serpilen bir toz göz yaralarına göğde pınarlarına
Kışın kardır çamlara yazın rüzgâr çınarlara
Evrensel bir kuşak yükselen ezanlara
Aralarında sürekli bir alışveriş dağla mezmurla
En uzun papirüs tevratlara
Bir dondurma serinliği erken gelmiş bir sabah ışıyışı
Alnı yeni zamanların gelecek çağların mimarlarınca
zorlananlara
Sus sus dinlen dinlen ey çan uyumun yok samanyollarına
Cadde sokak ev bütün kent uygun kurulmamışsa
samanyollarına
Mutluluk ne mümkün o kentin insanlarına
Zafer takıdır kurulmuş geceden geceye
Babil’den Mısır’dan Kudüs’ten Mekke’den yükselen
Gökyüzünde bir mıknatıs gibi dönen
Meryem’in yalvarışından İsa’nın neşesinden
Zekeriya’ya yaklaşan bir testere titreyişinden
Yahya’nın başını bir yemiş gibi getiren
Elma koparan bir el gibi kıvrılmış altın tepsiden
Gökyüzünde bir mıknatıs gibi dönen
Kazılmış bir mezar gibi düz ve evlek
Bir serpinti düğün sonu çiçeklerinden
Bir sergi kaynak suyundan ay kepeğinden ve sülüklerden
Yarısı ashab-ı yeminden yarısı ashab-ı şimalden
Ve düğümler düğümler kahve döğen dibeklerden
Ve bir eyer çıkmış çerkez kızlarının ellerinden
Gökyüzünde ve içimizde bir mıknatıs gibi dönen